2 Temmuz 2010 Cuma

SUYA DAMLALAR...Cennet nerde?

Önceki gün Uzun çarşı’da işyerleri birbirine yakın olan iki esnafla tanıştım… Birinin adını açıkça vereceğim: Ekrem Ilgın. Öbürününki bende ama yine de bir ad koyalım. Hacı Karasakal diyelim ona.
Özgür Düşünce Derneğinin yeni yerine giderken önce Hacı’dan alışveriş yapmam gerekti. Asıl adı Hacı değil ama “Hacı” diye anılmaktan hoşlanıyor. Kapkara sakalları var, up-uzun… Hiç yakışmıyor gençliğine.
Ekrem’le ilgili olumlu duyumlar almıştım. Sınayayım şunu, bakalım Karasakal ne diyecek komşusu için,” dedim kendi kendime.

“Ekrem mi, boş ver…” dedi Karasakal. “Adam değil o.”
“Neden?”
“Cumaya gitmez, bizimle saf tutmaz. Oruç tuttuğundan bile şüpheliyim…”
Kendisinin dükkân kapısına ise “Cumadayım” diye yazıp ortadan kaybolduğunu söylüyor komşuları. Ama “Cuma namazında” mı yoksa “Cuma dayım” diyerek dayısının adının “Cuma” olduğunu mu onaylıyor; orası kuşkuluymuş. Hatununa pek düşkün olduğu ve gün gözüne sık sık kaçıp eve gittiği de aldığım duyumlar arasında.
Hacdan açtım sözü. Hacca gidip gitmediğini sordum Karasakal’a. Gitmemiş daha ama niyetliymiş. Sadece hacca değil Umreye de gidecekmiş. Hem de kısmet olursa bilmem kaç kere…
Hacca birden fazla gitmenin nafile olacağından yurda ihanet sayılacağından, dışarıya çıkan her liramızın bize kurşun olarak dönebileceğinden söz ettim.
“Hanek bunlar, hanek…” dedi.
Hacca gidenlerin çoğunun kaçak mal getirip yurtta sattıklarından söz ettim.
“Ticaret bu…” diye geçiştirdi.
Bir yandan konuşuyoruz, bir yandan onu izliyorum. Hem eli işliyor, hem çenesi işliyor onun. Pos makinesi de var. “Kredi kartı geçer” diye kocaman bir yazı da yazmış dükkânın camına. Gelen her müşterinin isteğini çarçabuk yerine getiriyor. Kazık rakamlar söylüyor, bedelini kredi kartından çarçabuk çekiyordu.
Benim aldığım şeyi de poşete doldurup terazinin üstüne sertçe attı. Hemencecik de kaldırdı.
“Bir kilo 200 gram…” dedi. “6 lira…”
“Ben bir kilo istiyorum…” dedim. Canı sıkıldı.
“Ha bir kilo, ha 200 gram fazla ne çıkar. İyi maldır bu. Al, zarar etmezsin.”
“O kadar param yok,” dedim. Bir kilonun karşılığı olan 4 lirayı uzattım.
“Sen bir kilo ver bana.”
Malı isteksizce terazinin üstüne yeniden koydu. Elini poşete daldırdı, aldığım şeyden bir miktarını azalttı.
“Tamam, bir kilo oldu…” dedi.
Onun teraziden kaldırmasına fırsat vermeden elimi poşetin üstüne koydum.
“Şunun ne kadar geldiğine bir de ben bakayım,” dedim.
Fena bozuldu.
“Sahtekarlık mı yapıyoruz biz burada!” diyerek sesini yükseltti.
Aldırmadım. Bir kilo diye aldığım şey 700 grammış meğer. Suratı beş batman oldu.
“Sana mal satmıyorum!” dedi sinirle. Poşetteki malı sepetin içine döktü. Paramı da itin önüne atar gibi tezgâha fırlattı. Hacı beni sevmemişti.
Bu örnekle sözü dini inanç sahibi olan herkesin aynı olduğuna getirmek istemiyorum. Her yerde iyileri istismar eden kötüler vardır. İslami kesimde ise bunların sayısı oldukça fazla. Sonra Ekrem’e gittim. Oraya gelinceye dek, “yine aldanmayayım” diye, alacaklarımın fiyatlarını sormuştum.
Ekrem’in iş yeri Büdeyri Hanının kapısında. Önceleri “İncoların sabun hanı” diye anılırdı burası. Kapısı kaleye bakıyor, sırtı Türktepe’ye dayalı. Eski Gümrük Caddesi üzerinde…
Han onarılmış, güzelleştirilmiş, çok ucuz fiyatlarla oda oda kiraya veriliyor.
“Neden çok ucuz?” diye sorduğumda, Özgür Düşünce derneğinin başkanı Abdülkadir Özkara:
“Hanın sahibi İzzettin Büdeyri bey merhametli bir adam,” dedi
Eski Gümrük Caddesi, Karagöz Camisinin önünden başlayıp kuzeye doğru uzanır. Cadde, Gaziantep kalesinin önünden geçer Tabakhane deresine dek iner. Bunu da bilgi olarak ekleyeyim, dedim.
Konudan uzaklaştık yine… İki esnaftan söz ediyordum. Hacı’yla ilgili diyeceğimi dedim. Şimdi sıra Ekrem Ilgın’da. Ilgın her şeyin iyisini, ucuz fiyatla satıyor. Hile hurda yok onda.
Örneğin, yol boyunca dükkânların önüne demet demet dizilmiş kuru sarımsaklar görmüştüm. Hepsi de ıslatılmıştı. Islatılınca mal ağır mı çekiyor, yoksa rutubetten karardı da yıkayıp rengini mi ağartıyorlar, bilmem.
Bildiğim o dükkânlardaki hurda gibi görünenlerden de ucuz olduğuydu Ekrem’in kupkuru, pırıl pırıl sarımsakları. Buradan önce iki demet sarımsak sonra zeytin, kırmızı biber, yeşil sabun vb aldım, güvenle. Hepsi de hem ucuz, hem kaliteliydi. Bu “kaliteliydi” lafını aldıklarımı kullandıktan sonra ekledim.
Oradan hanın taş merdivenlerini sağaltarak Özgür Düşünce Derneğine çıktım. “Daha tasarruflu” diye Emniyetin karşısındaki yerinden Büdeyri hana taşımışlar derneği. Ne yapsınlar, gelirleri mi var sanki? Hangi derneğin doğru dürüst geliri var ki. Gönül işi bu.
Özgür Düşünce Derneği için de böyle bu. “Umut ölmez” derler, doğrudur. Bir proje sunmuşlar SODES’e. Kabul edilirse hem çocuklara harikulade hizmetler götürecekler, hem de dernek ekonomik bunalımdan kısmen kurtulacak. Projelerinin ne olduğunu başka bir gün anlatırım artık.
Başkanla Genel Sekreteri bir de derneğin en sadık üyesi, sanatını çok yüksek boyutlara taşımış olan ressam Nusret İdemen’i elimle koymuş gibi buldum orada.
Nasıl saygı duymazsın bunlara? Maaşlı sadık görevliler gibi, derneği her gün hiç aksatmadan 09.00’da açıyor, 19.00’da kapatıyorlar. Beş para çıkarları mı var? Yok. Aksine çay kahve ikramı için ceplerinden harcama yapıyorlar, kira ödüyorlar.
Çalışkanlıkta Başkan Abdi ustayı aratmayan bir genel sekreteri var derneğin. Ali Koçum… Ali Koçum deyip geçmeyin yaşayan araştırmacı yazarların önde gelenlerinden şimdi o. Aynı zamanda da Cumhuriyetin bölge temsilcisi de olan Bekir Şahin’in haftalık Yeni Çizgi Gazetesinde Genel Yayın Müdürü.
Abdi usta, Koçum, ressam, ben söyleşirken söz döndü dolaştı deminden beri sözünü ettiğim iki esnafa geldi. Ali kardeş, Hacı’ya değinmek istemedi. Ekrem Ilgın’a gelince ise bülbül kesildi. Öve öve yere göğe sığdırmadı onu.
Meğer demin han kapısında gördüğüm esnaf Ekrem, Ticari Bilimler Akademisinde öğrenim görmemiş mi?
Demek ki insanın hamuru değişmiyor. Cahil kalsan da, yüksek eğitim alsan da hamurun sağlamsa sen de hayatta adam olarak kalabiliyorsun.
Hamurun bozuksa ağzınla kuş da tutsan öyle bir hamurdan iyi ekmek çıkmıyor.
Haci’nin dükkanı ağzına dek mal doluyken, Ekrem’in dükkânında fazla çeşit yoktu. Buna değindim.
“Bir ortak arıyor Ekrem,” dedi Ali Koçum kardeş. “Bulunca çeşit de artacak…”
Umarım iyi birine çatar bu altın kalpli okumuş esnaf.
Kötü için, “yaptığı yanında kalmaz, kendisi çekmese çoluk çocuğu çeker” derler. Kötülere bakıyorum da, yaptıkları hep keselerine kalıyor. Dedesinin, babasının hatta altına baba parasıyla son model hız otomobilleri alıp hava atan zadegânların bile kesesine kalıyor.
Kötüler “öbür dünyada çeker cezasını,” desem, öbür dünyadan dönen yok ki çekip çekmediklerini sorasın.
Ya iyiler? Onlar için de “cenneti hak ediyorlar” diye avunup duruyoruz. Acaba erkeklere 40 huri, kadınlara kırk babayiğit verilen bir cennet var mı gerçekten? Yoksa cennet de hülyamız mı, avuntumuz mu biz yoksulların?
Kimimizin “içimizde, gönlümüzde, beynimizde” dediği cennet özetle yüreğimizde mi yoksa?
Yaptıklarından ötürü iç huzuru duyabiliyor musun, cennetliksin. Bu güzellik yeter de artar bile iyi insanlara.
Ticaretten anlamıyormuşum, para kazanamıyormuş, zengin olamıyormuşum… Varsın olmasın. Kefenin cebi mi var sanki?
Ben hiçbir şeyi değişmem içimdeki cennete.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder