20 Haziran 2010 Pazar

GAZİANTEP KÜLTÜR VE TARİHİNE BAKIŞ

Gaziantep’in genel tarihi folkloru, ticari ve iktisadi yaşantısı gibi kültür hayatında da en büyük etken coğrafyasıdır. Türk-İslam kültürünün parlak devirlerini yaşadığı Selçuklular Memluk ve Osmanlı devirlerinde Gaziantep’in gerek o çağlar birer bilim yuvası olan medreselerinin gerekse yetiştirdiği bilginlerin çokluğu ve özellikleri bakımından yakın ve Ortadoğu gerçek bir ün kazanmasında coğrafyasının payı büyüktür. Durum bugün de böyledir. 

Gaziantep daha 12. yüzyılda büyük bir şehir niteliği taşımaktaydı, buna Urfalı Mateos’un vakayinamesine zely yazan papaz Grigor’un II Şubat 1155-II Şubat 1156[1740} [olaylarını anlatırken kullandığı şu cümle tanıklık etmektedir: “O büyük meşhur Ayın tap şehrine önemli kuvvetlerle yöneldi ve kuşattı” Büyük ve meşhur Antep şehri elbette ki kültür yönünden de ilerlemiştir. Gaziantep orta çağdan başlayarak yalnız o devirlerin rağbet edilen dini bilimlerinde değil tarih, felsefe, tıp gibi ilimlerde de ilerideydi. Orta ve yakın doğunun Halep, Şam, Bağdat, Kahire gibi büyük merkezlerini bir yana bırakırsak en başta gelen gözde bir ilim ocağıydı. Gaziantep’in bu durumunu belirtmek için verilmiş olan Küçük Buhara lakabı şüphesiz boşa değildi. Yukarda da işaret ettiğimiz gibi Gaziantep bu çağlarda bir hayli bilgin sanatçı ve profesör yetiştirmiştir. Bunların adları ve eserleri o devirleri yaşayan İslam müellifleri tarafından önemle açıklanmıştır. Bir kısmının eserleri zamanımıza kadar gelmiştir. Yaşadığı devirde bilim dünyasının bir otoritesi olan ve bu sıfatla allama lakabı verilen Ayni Bedreddin Mahmut bunlardan biridir. Ayni, içlerinde dünyaca ünlü 24 ciltlik tarihi de bulunan 20 den fazla eser yazmış ayrıca Kahire Üniversitesinde profesörlük etmiş Mısır Devletinin bakanlığı ve Osmanlı Devleti nezdinde elçiliğini yapmıştır. Mufareddin Mahmut Elmaşati, Ahmetül Ayni tabi oğlu Mahmut Memluk devrinde yetişen ünlü tıp bilginleridir. Mufareddin Mahmut Elmaşati Kahire’de Tolun medresesinde bir fakülte hüviyetindeydi. Tıp profesörlüğü yapmış, kitabı şerh ullumhatül afife elmusemma bistesih ha adında bir eser bırakmıştır. Mufareddin Mahmut Elmaşati aynı zamanda Kahire Şeyhületibba’sıydı. Ahmedül Aynitabi oğlu Mahmut’un da yine tıbba ait tesisül velmasane filelülkiyi velmetane adlı eseri bulunmaktadır. Yine Gaziantepli olup bir vakfında kurucusu bulunan Şeyh Cemalettin Yusuf’un tıpa ait bir eseri tespit edilmiştir. 19. asırda yetişen Ali Akif Efendi pratik halk tabipliğinin ilgi çeken bir şahsiyetiydi, kendi el yazması tıp kitabı veresesindedir. Gaziantep’te Osmanlı devrinde 30 a yakın medrese ve bir o kadar mahrile okulu vardı. Medreselerin her bölümü yatılıydı. Kültür sever Gaziantepliler tarafından kurulan bu medresede okuyan öğrencilerin yatıp kalkmalarını sağlayan ve hücre denilen 5–15 kadar oda bulunmaktaydı. Medreselerin kurucuları binaların bakımı öğretim üyelerinin odacıların aylıkları öğrencilerin çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak üzere gelir getiren mallar vakfedilmişlerdi. Bu medreselere asıl kurucularından başka kültür severler de yeni vakıflar kurmuş yahut tesis ettikleri evlada meşrut vakıflarda bu medreseler lehine hükümler koymuşlardır. Gaziantep şehri mahkeme sicillerinde bu amaca hizmeti ifade eden birçok vakıf adı geçmektedir. Yazımızın başında Gaziantep coğrafyasının kültür hayatın olan etkisine işaret etmiştik. Bu coğrafyada yol ve iklim unsurlarını belirtmek konunun aydınlanması bakımından yerinde olur. Eski çağlarda seyahat emniyeti daima tehlikeliydi. Bu sebeple şehirden şehre ferdi yolculuklar kolay kolay göze alınmazdı. Güven içinde seyahat için toplu ve silahlı kafilelere katılmak tercih edilirdi. Gaziantep, Akdeniz, Doğu Anadolu, Irak, İran, Hindistan, Anadolu’nun öbür parçaları ile İstanbul Suriye Mısır ve Arap memleketleri arasındaki yolların geçit ve kavşak yerindeydi. Her gün dört yandan gelen ve dört yana kalkan büyük ticaret kervanları yolcu kafileleri ile dolup taşardı. Trafiğin bu yoğun ve toplu olarak yapılması durumu Gaziantep’e girip çıkan yolları başka yerlere nispetle daha güven altında bulundurmaktaydı. Yolların bu durumu Gaziantep’te iktisadi ve ticari faaliyet kadar turizmi de teşvik ederdi. Bu nedenle Gaziantep öbür ülkelerde tanınıyordu. Sayısı 30’un üstünde 20 ila 200 odalı hanları kervan sarayları misafirhaneleri ucuzluğu, iaşe kolaylığı mesire yerlerinin kolaylığı uğrayanları memnun hatta hayran bırakıyor, bu hal tahsil için gelişi gidişi etkiliyordu, öbür yandan havasındaki ılımanlık, sağlamlık ve istikrar, öğrenim için olan arzuyu destekliyor, hızlandırıyordu. Bugün için de öğle değil midir? Gaziantep’in tabii iklimindeki özellik ve güzellik görenler üzerinde büyük etki bırakmıştır. Yıllar öncesi Gaziantep’i gören Amerikalı bir Dr. Memleketine döndüğü vakit dergilerden birinde yazdığı yazıda Gaziantep’in havasını övdükten sonra burada havanın temizliğini belirterek devletlerarası bir verem hastanesinin yapılmasını teklif etmiştir. Gaziantep’in belirttiğim iklim niteliği de burasını bir merkez olmaya doğru itmiştir. İşte bu çağda Gaziantep’in 10 km kuzeyindeki Dülük Baba tepesi yaz aylarına mahsus bir bilim ocağı haline gelmiştir. Yaz ayları gidince Diyarbakır, Kayseri, Konya, Halep ve etrafındaki şehir ve kasabalarda bulunan ünlü medreselerin bir ilim dalında şöhret kazanmış müderrisler bir grup seçkin öğrencileri ile Gaziantep’e gelir Dülük Baba’daki tekkenin hücrelerinden faydalanarak burada açık hava öğrenimine başlarlardı. Şöyle ki: Nöbetle her bilim dalında ün yapmış olan müderris kendi öğrencileri dışındaki öbür öğrencilere ders verirlerdi. Bu nev’i ihtisas kursu ve yüksek öğretimdi. Gaziantep eskiden beri bilim ve kültür şehri olduğunu günümüze kadar devam ettirmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder